Hazret-i Mevlânâ buyurur: “Benim beytim; beyt değil, bir mânâ cihânıdır. Hezlim (mîzah ve lâtifelerim) de hezl değil, te’dîbdir (terbiye etmek maksadıyladır.) Kıssalarım; basit ve sıradan sözler değil, tâlimdir. Sırları ve hikmetleri îzah ve idrâk ettirmek içindir.” Anlayışlar, istîdatlar ve kabiliyetler her insanda farklı olduğu için zaman zaman Hazret-i Mevlânâ, hezl vâdisine de girer. Yani basit gibi görünen kıssalarla; insanın derûnundaki tefekkür ve mücadeleyi, nefsânî ve rûhânî temâyüllerin esrârını, inceliklerini ve hassâsiyetlerini değişik tarzda ve farklı kabiliyetlere göre îzâh eder.
Nitekim Mevlânâ âşığı, mütefekkir hocamız Nurettin Topçu derdi ki: “Biz, Mevlânâ Celâleddîn’in vecdinin feryatlarını dinledik. Daldığı huzur denizinin derinliklerini görmemize imkân yok. Denizin tâ dibinden sıyrılıp, suyun yüzüne ne vurdu ise onu görüyoruz. Biz Hazret-i Mevlânâ’nın aşkını değil, sadece aşkının dile gelen feryatlarını elde ettik. Peltek dilimizle anlatmaya çalıştığımız, bütün bundan ibaret. Huzur denizine yalnız o daldı. Bize vecdinin fırtınasından çıkan sesler kaldı. Heyhât! Onu Mevlânâ zannediyoruz.”
Osman Nuri Topbaş